11 Ocak 2010 Pazartesi

Sir ile Pes keyfi


Blogumuzun güzide yazarı Sir ile dün gece bir araya geldik. Ortak bir amacımız yoktu, sadece ben sabahki sınava yetişmek için günün ilk ışıklarıyla yola çıkmak istemediğimden onun evine attım kendimi. Pideleri kaptım, zili çalıp içeri girdim. Her şey güzel başlamıştı.

Akşam oldu, ben hala sınava çalışamamıştım. Bütün hesapları yaptıktan sonra sınava girmemin bir anlam ifade etmeyeceği sonucuna vardım, dersi bıraktım. Dedik bari pes atalım. Ben hazırlıklı gelmiştim, gamepad'im yanımdaydı. Ancak o da boş değilmiş. Atalar'ın arka sokaklarındaki gizli imalathanesinde Cevat ustaya yaptırdığı yukarıda da fotoğrafı bulunan özel 346 tuşlu ve 89 analoglu 360 derece dönebilen ve yere düştüğünde zıplayıp sahibine geri gelen gamepad'ini çıkarıverdi. O andan itibaren başıma gelecekler gözümün önünden film şeridi gibi akmaya başladı. Korkuyordum. ama çarem yoktu. Er meydanından çekilmek bize yakışmazdı.

Her zamanki gibi Chelsea'yi seçti. Ben ise sistemini ezbere bildiğim tek takım olan Barcelona'yı aldım. Maça başladık. Özel gamepad'inin etkisini açıkça hissedebiliyordum. Üzerindeki her tuş benim bir oyuncumu kilitlemeye programlanmıştı sanki. Sir'ün parmaklarını takip edemiyordum. Takımımdaki herkesin bir anda basireti bağlanmıştı. Ne Messi koşabiliyor, ne de Ibrahimovic top alabiliyordu. Henry ise korner direğinin dibine oturmuş uyuz köpekler gibi kaşınıyordu. Ne kadar çabalasam da 2-0 mağlup olmaktan kurtulamadım. Aslında gol pozisyonlarına girdim, ama her seferinde korner direğinin dibinde oturan ve bir türlü geri gelmeyen Henry ofsayta yakalandı. Yapabileceğim bir şey yoktu. İlk üç maç bu şekilde geçti.

Üç maşı da kaybetmiştim, ve daha golüm bile yoktu. Radikal kararlar almak zorundaydım. Pes 4 ten beri almadığım İngiltere'yi aldım, Sir ise Fransa'yı. Ama daha maça başlamadan Evra'yı sol bekten orta sahaya çekerek beni şoka soktu. "Lan olm Evra'nın orada ne işi var oynayamaz ki?" dedim, o sadece gülümsedi. Bir şeyler planlıyordu. Maça başladık.

O lanetli gamepad yine sahnedeydi. Evra adeta Maradona olmuş, daha maçın 15. dakikasında 2. golünü ağlarıma göndermişti. Henry ise adeta yardırıyordu. Daha 15 dakika önce kaşınıp duran adam şimdi 8 kişiyi peşinde sürükleyebiliyordu. En sonunda o da golünü attı, ardından Ribery'nin golü maçı kopardı. Son dakikalarda Owen'ın golüyle maçı 4-1e getirmem skor açısından pek bir şey ifade etmese de attığım ilk gol olması açısından büyük önem arzediyordu. Mutluydum. 4-0 dan 4-4 e gelen Angola-Mali maçını hatırladım. Neden olmasındı?

Bu gazla 5. maça başladık. Bu sefer lanetli gamepad oyuncularımı etkilememişti. Yaldır yaldır geliyordum Fransa kalesine, sağlı sollu ataklarla kaleyi yokluyordum, ama bir türlü gol bulamıyordum. Sırf Rooney karşı karşıya üç pozisyonu kaçırmış, birini ise taca göndermişti. Sonradan anladım ki gamepad bu sefer de Rooney'in basiretini bağlamış. Çaresiz defansa yüklendim. 90 dakika gol yemeden bitti, uzatmalarda karşılıklı birer golle geçildikten sonra maç penaltılara kaldı. Tahmin edeceğiniz gibi Rooney ve Owen'ın kaçırdığı penaltılarla maçı kaybettim.

Son bir maç istedim ondan, ama ettiğime edeceğime bin pişman olmam fazla uzun sürmedi. Fransa resmen tecavüz ediyordu. Özellikle Henry. Orta sahadan kaptığı topla 7 kişiyi ve üzerine kaleciyi çalımlayarak attığı gol Maradona'yı hatırlattı. Topla ilerlerken 5 defa ayağına kaymam ve hiçbirinde topu alamamam ve Henry'nin sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmesi de özel yapım gamepad'in marifetiydi elbet. Platini boşuna fair play diye yırtınmıyor. Maç 5-0 bitti. Onu da belirtelim.

Aynı adamı sabah mutfakta bulaşık yıkarken yakaladım. Mutfakta da harikalar yaratıyor. Çok yönlü bir adam vesselam. Boşuna Sir dememişiz.

0 yorum:

Yorum Gönder